30 Ağustos 2021 Pazartesi

Derdine derman araması buyrulan Dirençli Eyyûb

 

Derdine derman araması buyrulan, Dirençli Eyyûb

 


Eyyûb (أيّوب), İbranca איוב (iyov)’dur. Habeşçe “አዩብ” (āyubi) Sebetik ” 𐩱𐩺𐩨

 Akadça “ayyābu” eril, “ayyabtu” dişil, saldırgan, düşman, rakib, hasım,

İbranca “אִיּוֹב (ʾiyyôb)” nefret, אָיַב, (ʾāyab) akadçaya benzer anlamda, düşman olmak, nefret etmek anlamındadır (Çıkış: 23:22).

http://oracc.ub.uni-muenchen.de/dcclt/cbd/akk-x-stdbab/x00006350.html

Tanah’ta 42 bölümden oluşan Eyyûb Kitabı vardır.

 Eyyûb’un öyküsüne benzer MÖ 1700 tarihlenen Akadça “Ludlul bēl nēmeqi” (Bilgeliğin Rabbini Öveceğim) şiiridir. Ludlul bēl nēmeqi, 120 satırlık eşit uzunlukta 4 tablet halinde düzenlenmiştir. Kahraman “Šubši-mašrâ-šakkan”dır. Eyyûb Kitabıyla çok benzerdir. Eyyûb gibi, çok dindar olmasına, tüm ayinlere ve dualara uymasına rağmen korkunç acılara katlanır. 

Öykü özetle şöyledir;

Yüksek rütbeli zengin bir adam olan Šubši-mašrâ-Šakkan'ın kaderinin bir gün nasıl döndüğünü anlatır. Uğursuz belirtilerle kuşatıldığında, kralın gazabına uğradı ve yedi saray ona karşı her türlü fitneyi tasarladı. Bu onun mülkünü kaybetmesine neden oldu, “bütün malımı yabancı ayak takımına böldüler”, “şehrim bana düşman gözüyle bakıyor; gerçekten de toprağım vahşi ve düşmandır,”, “etim sarkık ve kanım çekildi”. Parçanın sonunda Marduk'un kendisine gönderdiği bir büyücü (Rahip/sihirbaz) tarafından iyileştirilir. 

 


https://ccp.yale.edu/P394923

https://archive.org/details/babylonianwisdom0000lamb/page/20/mode/2up?view=theater

 

Eloquent Peasant’'ın Öyküsü:



                (https://www.britishmuseum.org/collection/object/Y_EA10274)

Mısır'daki Orta Krallık döneminde MÖ 1850 civarında yazılmış bir Eski Mısır hikayesidir . Mısır edebiyatının klasik dönemi olan Eloquent’ın Öyküsü (ekhti-nefer-medu , "bir köylü konuşması"), halk masalı ve şiirinin birleşiminden oluşan bir yapıttır.

 Metinin kısa özeti şöyledir;



Öykünün kahramanları, Köylü Khun-anup ve eşeği, yüksek vekilharç Rensi ve açgözlü bir vasal olan Nemtynakht'tır. Nemtynakht, köylü Khun-Anup'un erzak yüklü eşeklerini fark eder ve  Khun-Anup'un eşeklerini ve mallarına el koyması için bir sebep sağlayacak bir tuzak tasarlar. Nemtynakht, Khun-Anup'un mallarına ve eşeklerine el koyar. Öykü Nemtynakht'ın adaletsiz davrandığını öne sürerek Khun-Anup'u döver. Khun-Anup, Nemtynakht tarafından haksız yere hırsızlıkla suçlanır. Khun-Anup, vekilharç Rensi'ye dilekçe verir ki, Rensi şikayeti krala bildirir. Kral, köylünün haksızlığa uğradığını fark eder.

Tanah’ta Eyyûb Kitâbı;

Eyüp Kitabı büyük felakete uğrayan doğru bir adamın çektiği acılan anlatır. Eyüp bütün çocuklarını, malını mülkünü yitirir, korkunç bir hastalığa ya­kalanır. Kitap, Eyüp ve üç arkadaşının bu felaketlere karşı gösterdikleri tepkiyi karşılıklı üç konuşmayla açıklamaktadır. İnsanlara yaklaşımı tartışılan Tanrı'nın bizzat kendisi sonunda Eyüp'e görünüyor.

 

Arkadaşları Eyüp'ün çektiği acıyı geleneksel dini kavramlarla açıklıyor. Tanrı'nın her zaman iyiliği ödüllendirip kötülüğü cezalandırdığını varsayıyor Eyüp'ün günah işlediği için bu acıları çektiğini düşünüyorlar. Ama bu düşünce Eyüp'ün durumunu açıklamak için çok yetersiz kalıyor. Eyüp bu acımasız cezayı hak etmemiştir. Çünkü alışılmışın ötesinde iyi ve doğru bir insandır. Kendisi gibi birisinin başına bu denli kötülük gelmesine Tanrı'nın nasıl izin verdiğini anlayamıyor, Tanrı'ya cesurca meydan okuyor. İmanını yitirmiyor, ama Tanrı'nın önünde aklanıp yeniden iyi insan olarak onuruna kavuşmak istiyor.

 

Tanrı Eyüp'ün sorularına yanıt vermez, ama ilahi güç ve bilgeliğinin şiirselliğiyle imanına karşılık verir. O zaman Eyüp Tanrı'nın yücelik ve bilgeliğini kabul eder, öfkeli ve kaba sözlerden ötürü tövbe eder.

 

Kitap, sonuç olarak Eyüp'ün eski gönencine nasıl kavuştuğunu, hatta daha da zengin olduğunu anlatır. Tanrı Eyüp'ün çektiği acıların nedenini anlama­yan arkadaşlarını azarlar. Yalnız Eyüp Tanrı'nın üstünlüğünü sezebilmiştir.

https://kutsal-kitap.net/bible/tr/index.php?mc=1&sc=457

 

Tanah'n Eyyûb Kitâbıında Eyyûb’un yaşadığı yere işaret vardır;

 Ûs ülkesinde Eyüp adında bir adam yaşardı. Kusursuz, doğru bir adamdı. Tanrı'dan korkar, kötülükten kaçınırdı.” (Eyyûb: 1:1). 

İbranca “אֶרֶץ-עוּץ - 'erez-'Ūz”dur (أَرْضِ عُوصَ). ‘Uz Ülkesi, ‘Uz’un Aram olduğu söylenmiştir (Yaradılış: 22:21).

 Ağıtlar Kitabında Edom ile ilişkilendirilir;

“Ûs ülkesinde (עוץ בארץ) yaşayan Edom (אדום) kızı, sevin, coş, ancak kâse sana da gelecek, sarhoş olup soyunacaksın.” (Ağıtlar: 4:21).

Uz Ülkesi, tahmini olarak bugün Petra taraflarındadır.

 Kur’ân’da Eyyûb;

 Kur’ân’da Eyyûb için bir yere işaret edilmez, Tanah’taki Eyyûb Kitâbı gibi detaylı değildir.

 وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ” (21:83). Eyyûb kendine “الضُّرُّ/Zarar” değdiğinden bahseder, kelime belirlidir. “Bu Zarar” yine detaylandırılmaz. “Bu zarar”ın giderildiğine vurgu yapılır.

Başka bir bağlamda “الشَّيْطَانُ/Şeytan”ın değdiğinden bahsedilir. Şeytân, “Bitkinlik”le ve “Azab”la değmiştir Eyyûb’a.

Buradan Eyyûb’un bilinen bir Zarara uğradığı, Şeytân’ın da bu Zarar dolayısıyla Eyyûb’un Direncini Kırmak için “vesvese” verdiğini çıkarabiliriz. 

 اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ (38:42)” Eyyûb’a bu ayette bir çözüm önerisi sunulmaktadır.

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهٖ وَلَا تَحْنَثْ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ اِنَّهُ اَوَّابٌ” (38:44)."

 ارْكُضْ بِرِجْلِكَ”, “رَكَضَ” acele etmek, koşmak anlamında bir kelimedir.

Elmalılı bu kelimeyi şöyle tefsir eder; “ “رَكَضَ”, üzengi tepmek, kanad çırpmak kabîlinden olan harekettir.”

Eyyûb ayağıyla neyi tepecektir?

Yorumlar şöyledir;

قَوْلُهُ تَعَالَى:" ارْكُضْ بِرِجْلِكَ" الرَّكْضُ الدَّفْعُ بِالرِّجْلِ. يُقَالُ: رَكَضَ الدَّابَّةَ وَرَكَضَ ثَوْبَهُ بِرِجْلِهِ. وَقَالَ الْمُبَرِّدُ: الرَّكْضُ التَّحْرِيكُ، وَلِهَذَا قَالَ الْأَصْمَعِيُّ: يُقَالُ رَكَضْتُ الدَّابَّةَ وَلَا يُقَالُ رَكَضَتْ هِيَ، لِأَنَّ الرَّكْضَ إِنَّمَا هُوَ تَحْرِيكُ رَاكِبِهَا رِجْلَيْهِ وَلَا فِعْلَ لَهَا فِي ذَلِكَ. وَحَكَى سِيبَوَيْهِ: رَكَضْتُ الدَّابَّةَ فَرَكَضَتْ مِثْلَ جَبَرْتُ الْعَظْمَ فَجَبَرَ وَحَزَنْتَهُ فَحَزِنَ” “Ayağını yere vur!” (الرَّكْض الدَّفْع بِالرِّجْلِ) buyruğundaki fiilin mastarı (رَكَضَ الدَّابَّةَ وَرَكَضَ ثَوْبَهُ بِرِجْلِهِ):  “Ayakla itmek” demektir. Mesela: “Atı ayağıyla topukladı” ve “El¬bisesini ayağıyla itti” denilir. el-Muberred dedi ki: “Hareket ettirmek” demektir. (الْمُبَرِّد : الرَّكْض التَّحْرِيك)  Bundan dola-yı el-Esmaî: “Binek hareket ettirildi” denilir, “o hareket etti” denilmez, demiştir. Çünkü bu binicinin ayaklarını hareket ettir¬mesi anlamındadır. Bineğin bu fiilde bir katkısı yoktur. Sibeveyh de: “Ben ayağımla bineği topukladım, o da ayağını hareket ettirdi” kullanımını nakletmektedir (Kurtubi).

    رْكُضْ بِرِجْلِكَ وَالرَّكْضُ هُوَ الدَّفْعُ الْقَوِيُّ بِالرِّجْلِ، وَمِنْهُ رَكْضُكَ الْفَرَسَ، وَالتَّقْدِيرُ قُلْنَا لَهُ ارْكُضْ بِرِجْلِكَ” rekd ayakla, kuvvetli bir biçimde itmek, tepmek demektir. Nitekim “At, seni tepti”denilmesi de bu manadadır. Buna göre kelâmın takdiri, “Biz ona, “ayağınla tep” dedik” şeklinde olur (Râzî).

Yorumlarla birlikte ifadeye şöyle bir anlam verebiliriz;

“Dep ayağınla (bineğini)”,

“İşte Bu yıkanılacak serinlik bir yer ve bir içecek” veya “İşte Bu yıkanılacak su, serin ve bir içecek” yani hem yıkanılacak hem içilecek soğuk/serin bir su’dur. Çözüm olarak önerilen soğuk suyun, vücudun direncini, kan dolaşımı arttırdığı, cildi tazelediği bilinmektedir.

 وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهٖ وَلَا تَحْنَثْ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا نِعْمَ الْعَبْدُ اِنَّهُ اَوَّابٌ” (38:44).

Eyyûb’a ayaktan sonra şimdi el ile yapılması istenen bir buyruk verilmiştir.

وَخُذْ بِيَدِكَ” “Tut elinle, bir tutam/deste, sonra vur tutam/deste” yani iki emri birleştirdiğimizde Eyyûb şunu yapacaktır, “ayağıyla tepecek, bir desteyle vuracaktır”

وَلَا تَحْنَثْ” ve  dönemeyecektir. Neden Dönmeyecektir Eyyûb?.

Bu çözüm olarak önerilen şeyler üzerine olmalıdır. Metinde Eyyûb’un hanımından hiç bahsedilmez iken, demetle ona vurdurulmuş, Eyyûb ayağıyla su çıkarmış olarak anlatılmıştır.

Oysa yorum şöyle olmalıydı;

Bedenen bitkinliğe ve azaba uğrayan Eyyûb’a, “Bineğini ayağınla dep, bir demetle ona vur (atla bineğine) işte (sana çözüm) bu yıkanılıp içilecek serin bir su” buna devam et, “Dirençli ol” . Devamında Eyyûb’un Dirençli olması övülür.

Eyyûb'la ilgili sanki şöyle bir şey buyrulmaktadır; 


   

 



 





Burada Eyyûb’a direncini arttırmak ve derdine bir derman sunulmaktadır. Ve bu öneride ısrarcı, dirençli olması.. 
Eyyûb kıssalarının yer aldığı bağlamlar, hicretten öncedir. Yani Mekke şartlarıdır. Dinleyenlere adeta dirençli olmayı ve Mekke ortamından kurtulacak bir çözüm peşinde olmaları öğütlenmektedir. 

Ne mutlu dertlerine direnenlere ve çözüm arayanlara...


28 Ağustos 2021 Cumartesi

Lukmân ve “Bilge” Bir Babanın Öğütleri

 

Lukmân  ve “Bilge” Bir Babanın Öğütleri

Kur’an’da Lukmân ile ilgili bilgiler yine aynı adla anılan Lukmân Suresinde(31. Sure) yer alır.

12 ve 19. Ayetler arasında Lukmân oğluna öğütler verir.

12. ayetin girişinde ona “Bilgelik/الْحِكْمَةَ” verildiğine vurguyla başlar.

Yani Lukmân “Bilge bir baba”dır.

يَابُنَيَّ” Ey Oğlum, yavrucuğum şeklinde Türkçe’ye aktarılabilir.

Öğütleri Şunlardır:

1.     Allah’a ortak katma (لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ),

2.    Hardal’dan bir tane (حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ) ağırlığıncada olsa Allah onu getirir, (bk. 21:47).

3.    Sâlât’ı (Görevlerini) Yerine getir, (أَقِمِ الصَّلَاةَ),

4.    şu-Tanınanı buyur ve şu-Yadırgananı yasakla, (وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ),

5.    Sana dokunan şeylere Dirençli ol, (وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ),

6.    Ne yüzünü çevir İnsanlara ve ne de Yer’de yürü çalımla, Allah böbürlenip övünenleri sevmez,

7.    Yürüyüşünde dengeli ol,

8.    Sesinden kıs, en yadırganan ses eşeklerin sesidir.

 Lukmân’ın kim olduğu, nereli olduğu tartışmalıdır, oysa ilk muhatabların O’nu biliyor olmaları akla yakındır.

Metinin çözümü ve yorumu:

Hardal

 

Tohumları Sarı bir bitkidir;



Kuzey Samilerince kullanılan bir kelimedir;

(خَرْدَلٍ)

Akadça: 𒄷𒊏𒁺  ḫurādu: Hardal

Aramca: חרדלא ḥardlā

İbranca: חַרְדָּל Hardal

Suryanca: ܚܪܕܠܐ  ḥardlā

İncîl’de “Hardal” ile ilgili bir benzetme vardır;

“İsa onlara bir benzetme daha anlattı: "Göklerin Krallığı, bir adamın tarlasına ektiği hardal tanesine benzer" dedi (31). “Hardal tohumların en küçüğü olduğu halde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Böylece kuşlar gelip dallarında barınır (32). ” (İncîl, Matta’ya Göre: 13:31,32). “حَبَّةَ خَرْدَلٍ” (ASVD), “ܚܪܕܠܐ” (Peşhitta).

 Yürümeyle ilgili Mevdudi’nin yorumu şöyledir;

Bazı müfessirlere göre ayetin anlamı şudur: Ne hızlı ne de yavaş yürü; ikisinin ortası bir yol tut. Fakat ayetin siyak ve sibakı gösteriyor ki; buradaki mesele, ne adım ne de yürüyüş şeklidir. Hızlı veya yavaş yürümenin kendisinde ahlâken hatalı bir şey olmadığı gibi yürümek için konmuş bir kural da olamaz. Bir kimsenin acelesi varsa hızlı yürümek zorundadır ve şöyle bir dolaşmaya çıkan birinin yavaş yürümesinde herhangi bir sakınca yoktur. Mutedil yürüme için bir ölçü bulunsa bile her şahıs ve her zaman için geçerli bir kanun konamaz. Ayette asıl kastedilen kibirli kibirli yürüyen kimsenin ruh durumunu ıslahtır. Bir kimsenin kibir ve gururu, onun ruh durumunu ve kibrinin sebebini gösteren yürüyüş biçiminde, adım atışında yansır.

Servet, iktidar, güzellik, bilgi,kuvvet ve bu tür şeyler bu insanı gururlu ve kibirli hale getirir ve her biriyle birlikte oluşan bir yürüyüş biçimi vardır. Buna mukabil bir tevazu gösterisi içinde yürümek de bir başka ruhî hastalığın sonucudur. Bazen bir insanın kendini beğenmişliği gösterişe kaçan bir tevazu, takva ve dindarlık şeklini alır ve bu durum, yürüyüşünde yansır. Ve bazen insan bu dünyanın sıkıntılarından o kadar bunalır ki, dünyaya küser ve hasta kimseler gibi yürümeyi âdet edinir. İşte Lokman'ın demek istediği şudur: “Bu akıl ve ruh durumlarından kaçın; gösterişsiz, mütevazi ve asil bir kimse gibi yürü; ne herhangi bir gurur ve kibir gösterişi olsun, ne acziyet ifadesi ve ne de bir takva tevazu gösterişi.” (Mevdudi).

Yine Mevdudi’nin “Ses” ile ilgili değerlendirmesi şöyledir;

“Bu bir kimsenin daima alçak sesle konuşması ve asla sesini yükseltmemesi anlamına gelmez. Eşeğin anırması zikredilerek, konuşurken hangi tür ses ve tondan kaçınılması gerektiğine açıkça işaret edilmektedir. Sesin ve tonun bir alçak ve yüksek, sert ve yumuşak şekli vardır ki tabii ve gerçek ihtiyaç anlarında ihtiyaç hissedilir. Mesela yakın mesafeden veya küçük bir topluluğa konuşan bir insan alçak sesle konuşur; uzak mesafeden veya kalabalık bir topluluğa konuşan insan ise yüksek sesle konuşmak zorundadır. Aynı şekilde şart ve duruma bağlı olarak ses tonu da zorunlu olarak farklı olur. Dua ederken sesin tonu, bir şeyi tel'in ederken ki tondan; iyi dilekte bulunurken ki ses tonu, öfke anındakinden farklı olmak zorundadır. Bunda itiraz edilecek birşey yoktur. Aynı şekilde Lokman'ın öğüdü de, bir insanın durum ve lüzumu gözetmeksizin sesi daima alçak, tonunu daima yumuşak tutmak zorunda olduğuna dair bir anlamı ihtiva etmez. Karşı çıkılması gereken ses bir insanın başkasının gözünü korkutmak, küçük düşürmek ve kabadayıca sindirmek için eşeğin anırması gibi bir ses çıkarması ve anırır gibi bağırmasıdır” (Mevdudi).

 

Bilge Lukmân’ın oğluna öğütlerine “benzeşen” Tobit’in oğlu Tobias’a öğütleridir;

Kitab, MÖ 3. veya 2. yüzyılın başlarında yapılmış bir Yahudi eseridir;

 



Öğütler Şöyledir;

  “ “Oğlum, yaşadığın sürece Tanrıya güven. Günah işlemek ya da Tanrı'nın yasalarına uymamak isteğini asla duyma. Yaşadığın sürece iyi işler yap, doğru olmayan biçimde asla davranma (5). Çünkü dürüst davranırsan bütün yaptıklarında başarılı olursun. Doğru davranan bütün insanlar aynı durumdadır (6). Mallarından bir bölümünü sadaka vermek için ayır. Yoksul kişiye asla sırt çevirme. Tanrı da sana sırt çevirmez (7). Sadaka verirken varlığını ölçü olarak kullan. Varlıklıysan daha çok ver, varlıklı değilsen az ver, ama sadaka verirken eli sıkı olma (8). Böyle davranırsan, yoksulluk günleri için kendine büyük bir hazine hazırlamış olursun (9). Çünkü sadaka insanı ölümden kurtarır ve karanlığa gömülmesini önler (10). Sadakayı yüce Tanrı'nın katında vermek çok etkili bir sunudur (11).” (Tobit: 4:5-11).

 “Oğlum, … gurur, insanın kaygı duymasına ve yıkımına neden olur. Aylaklık yoksunluğa ve yoksulluğa neden olur, çünkü aylaklık açlığın anasıdır.” (Tobit: 4:13).

 “Senin için çalışanların ücretini çabucak öde, ücretlerini ödemeyi ertesi güne bırakma. Tanrı'ya hizmet edersen ödülünü alırsın. Oğlum, yaptıklarında dikkatli ol, bütün davranışlarında tutumun eğitilmiş kişininki gibi olsun.” (Tobit: 4:14).

“Sana nasıl davranılmasını istiyorsan başkalarına da öyle: davran… “(Tobit: 4:15).

“Aç olanlara ekmeğini ve çıplak olanlara giysilerini ver. Varlıklıyken elinde bulunanların bir bölümünü sadakaya ayır; sadaka verdiğin zaman isteksiz olma”. (Tobit: 4:16).

 “Bilge kişinin öğüdünü dinle, yararlı bir öğüdü asla küçümseme.” (Tobit: 4:18).

Tobit’ten daha eski Ahikar (אחיקר)’ın oğluna Öğütleri Lukmân’ın Oğlu’na Öğütleriyle benzeşir. 

 


 

 (MÖ. Beşimci Yüzyıl, Neues Müzesi, Berlin)

 Ahikar'ın Öğütleri Süryanice (Aramice) yazılmış en eski edebi metinlerden biri olarak kabul edilir. Ahikar Asur ve Ninova kralı Senharib'in (İ.Ö. 704-681) baş danışmanı olan zeki bir bilge ve adil bir yöneticidir. Oğlu olmadığı için yeğeni Nadan'u evlat edinmiş, kendi oğlu gibi sevmiş, varisi yapmış, bilge bir katip olması için onu eğitmiş ve bir dizi öğüt vermiştir. Fakat Nadan hırsına yenik düşerek kendisine bir çok iyilikte bulunan Ahikar'a tuzak kurmuştur. Kurulan tuzak nedeniyle Asur kralı Senharib tarafından ölüme mahkum edilen Ahikar, dürüstlüğü sayesinde Tanrı tarafından korunarak yeniden yaşama döner. Ahikar'ın Öğütleri bu bilgenin oğluna öğütleri ile başlar ve diğer olaylarla devam eder.

    Hikayenin Mezopotamya'da Aramice'de, muhtemelen MÖ yedinci yüzyılın sonlarında veya altıncı yüzyılın başlarında ortaya çıktığı düşünülüyor.  İlk kanıt, Elephantine harabelerinden MÖ 5. yüzyıla ait bir papirüs parçasıdır, Ahikar'ın Oğluna bir kısım öğütleri şöyledir;

 “Oğlum! konuşmamı dinle ve tavsiyeme uy ve söylediklerimi hatırla (1). Ey oğlum! Bir söz işitirsen, yüreğinde ölsün, başkasına ifşa etmesin, yoksa kıvılcım olur, dilini yakar, bedeninde bir acıya neden olur, ve bir rüsvay olursun ve Allah katında rezil olursun”   (2).” (2:1,2)

“Oğlum! başını eğ, sesini yumuşat ve nazik ol, düz yolda yürü ve aptal olma. Ve güldüğün zaman sesini yükseltme, çünkü bir ev inşa edildiyse, eşek her gün birçok ev inşa ederdi; ve saban gücü nedeniyle sürülseydi, saban asla develerin omuzlarının altından çıkarılmazdı.” (2:11).

“Oğlum! yol kenarındaki meyve veren bir ağaç gibi ol ki, önünden geçen herkes meyvesini yiyor ve çölün hayvanları onun gölgesinde dinlenip yapraklarından yiyor (29). Oğlum! yolundan sapan her koyun ve yoldaşları kurda yem olur (30).” (2:29,30).

 “Oğlum! konuşmanı güzelleştir ve dilini tatlandır; ve başka bir zaman göğsüne basmasın diye, arkadaşının senin ayağına basmasına izin verme.” (2:35).

“Oğlum! Kalbin körlüğü, gözün körlüğünden daha ağırdır, çünkü gözlerin körlüğü yavaş yavaş hidayete erebilir, fakat kalbin körlüğü hidayete ermez ve o dosdoğru yoldan ayrılır ve eğri bir yola girer (44). Oğlum! İnsanın ayağıyla tökezlemesi, diliyle tökezlediğinden daha hayırlıdır (45). Oğlum! yakın arkadaş, uzaktaki daha mükemmel bir kardeşten daha iyidir (46). Oğlum! güzellik solar ama öğrenme sürer ve dünya solar ve kibir olur ama iyi bir isim ne kibir olur ne de solar (47).” (2:44-47).

“Oğlum! doğru yapan fakir bir adam, günahları içinde ölü olan zengin bir adamdan daha iyidir (52).” (2:52).

“Oğlum! Eğer bilge olmak istiyorsan dilini yalan söylemekten, elini hırsızlıktan ve gözlerini kötü görmekten koru; o zaman bilge olarak adlandırılacaksın (60) oğlum! Bilge adam seni değnekle dövsün, ama aptal seni tatlı merhemle mesh etmesin (61). ” (2:60,61).

http://www.pseudepigrapha.com/pseudepigrapha/ahikar.htm

Selam Olsun Bilge babalara!

 

 

 

 

 

 

.

 

24 Ağustos 2021 Salı

İKİ ADEM OĞLU (5e) "Günah kapıda pusuya yatmış beklemektedir".

 


إِنِّي أُرِيدُ أَنْ تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ  (5:29).

 

“Sunu”su kabul edilmeyen kardeş “لَأَقْتُلَنَّكَ” “kesinlikle seni öldüreceğim”  demiştir.

Henüz “فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ” (5:30)’da bahsedilen öldürme olayı gerçekleşmeden. Diğer kardeş,  iki şey den bahsetmektedir. “Benim suçum ve Senin suçun”

أُرِيدُ”, “تَبُوءَ”, “فَتَكُونَ” Fiilleri muzaridir.

“Gerçekten ben istiyorum/isterim (beni) öldürme suçunla ve kendi suçuna senin “Uğrayasın”  yani benin öldürme suçunun ve kendi suçunun “karşılığını göresin” denmek istemektedir. Devamında bu suçların karşılığı olarak ateşle tehdit vardır.

 Bu “وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى” bir taşıyıcı diğer bir taşıyıcının yükünü taşımaz” (35:18) ilkesine uygundur. Qâbîl, kardeşini öldürme suçunun karşılığına uğrayacaktır.

Yani qâbîl, hem kendi suçunu hemde kardeşini öldürme suçunun karşılığını görecektir.

Qâbîl hem sunusuna özen göstememiş, kabul edilmeyince kardeşine öfkelenmiştir;

Tevrât’ta buna işaret vardır;

Kayin'le sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı (5)

Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın." (7).” (Tevrât, Yaradılış: 4).



غُرَابًا” Kuzgun/karga anlamındadır.

Kuzgun/Karga:

Akadca: 𒌑𒉀𒂵[uga]  āribum, ērēbum, ēribum,

İbranca:  עורבא

Suryanca: ܥܘܪܒܐ ʿūrā, ܥܘܪܒܐ   ' urrāā Karışım

Kuzgun/Karga Tevrât’ta bulunmamaktadır.



Bunun üzerine RAB, "Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak" dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin'in üzerine bir nişan koydu(15).”

Nişan’dan Kur’an’da bahsedilmez.

Bir kısım simgeleri, ipucu alsak bizi gökte bir iz düşüme götürebilir mi? 

Kesin olmasa da bir takım benzerlikler vardır;

Antik Babil, ÇobanTakımyıldızı SHU.PA'dır,  hemen yanında Zababa 𒀭𒍝𒂷𒂷 dza-ba4-ba4  adlı bir savaş tanrısı vardır. Kendisi için Akitu bayramı düzenlenen biridir.

Akitu veya Akitum ise, kadim Mezopotamya'da Arpa ekimini kutlamak için  bir bahar şenliğidir. Asur ve Babillerden bu yana Süryaniler tarafından kutlanan Akitu Bayramı uzun süren kıştan sonra tarımsal faaliyetin başlama dönemini ifade eder. Yani çiftçilikle ilgilidir.





Ve 'adâlet (Terazi);

مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الْأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا” 

"İşte bu yüzden biz, İsrailoğulları üzerine şunu yazdık: Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. Ve kim bir kişiye hayat verirse insanlara toptan hayat vermiş gibidir." 

Qâbîl Kompleksi:

Bir kardeşin qâbîl kompleksi yani aşırı kıskançlığı, nefrete yol açar. Buna Kardeş kompleksi de denir.











23 Ağustos 2021 Pazartesi

İKİ ADEM OĞLU (5d) Gerçek şu; Allah Duyarlılardan kabul eder ”

 

Kur’an’da Hâbîl ve Qâbîl isim olarak geçmez,

Anlatı şöyle bir akışın içinde yer alır;

 يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (5:1).

 يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (5:2). 

الْبَيْتَ الْحَرَامَ” (5:2).

الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ” (5:2).

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (5:6). 

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا” (5:8). 

 

وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ” (5:12).

 

وَمِنَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَى أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ” (5:14).

 

يَاأَهْلَ الْكِتَابِ” (5:15).

 

لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ  (5:17).

 

وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى نَحْنُ أَبْنَاءُ اللَّهِ وَأَحِبَّاؤُهُ” (5:18).

 

يَاأَهْلَ الْكِتَابِ” (19).

 

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ” 5:20).

 

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ” (5:27).

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (5:35). 

 

Bu kıssa akışta işaret edilen, benî İsrailin, Yahudi ve Hristiyanların bildiği bir kıssa olmalıdır yani ehl-i Kitâb’ın.

 Gelenekte Hâbîl ismi ödünçlensede kain’in neden qâbîl olduğu yeterli izah edilmemiştir.

 Tilâvet edilecekler bağlamda ehl-i Kitâb ve İnanmışlar olmalıdır,  بِالْحَقِّ” ifadesi kıssanın başka türlü anlatıldığına işaret olabilir.

 وَاتْلُ عَلَيْهِمْ” ile kıssaya başlangıç yapılmaktadır.

 Tefsircilerin çoğu bu iki Âdem oğlu, Âdem'in oğulları olan Kâbil ile Hâbil olduğunu söylemişler, Hasen ve Dahhâk ise kıssanın sonundaki "bundan dolayıdır ki" âyetinin karinesiyle bunların İsrailoğulları'ndan iki şahıs olduğunu söylemişlerdir.

 Bir kısım yorumlar şöyledir;

 (فقال الحسن البصري: ليسا لصلبه، كانا رجلين من بني إسرائيل) Hasan-i Basrî, iki oğlunun onun sulbünden çocukları olmadığını, İsrail oğulların­dan iki kişi olduğunu ve Allah'ın bunları yahudilerin kıskançlığını açıklamak üzere misal verdiğini belirtmiştir (Kurtubi).

 (وهو قول الحسن والضحاك : أن ابنى آدم اللذين قربا قرباناً ما كان ابني آدم لصلبه ، وإنما كانا رجلين من بني اسرائيل)  Hasan el-Basrî ile Dahhâk'ın görüşüdür. Buna göre, Hz. Âdem (a.s)'in, birer kurban sunan iki oğlu, onun sulbünden olan iki oğlu olmayıp, İsrâiloğullarından iki âdemoğludur. Bunun delîli, Allah'ın bu kıssanın sonunda, "Bundan dolayıdır ki İsrâiloğuları için şuna hükmettik: Kim bir canı, bir can mukabilinde veya yeryüzünde bir fesat çıkardığı için olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur" (Mâide. 32) buyurmuş olmasıdır. Çünkü bu günahın, Âdem'in oğullarından birinden sudur etmesinin, İsrâiloğulları için kısasın farz oluşunun sebebi olmaya elverişli olmayacağı açık bir durumdur. Ama Benî İsrail'den birisinin, böyle bir günahı işlemesinin, onları aynı günahı işlemekten alıkoymak için, onlar hakkında kısas hükmünün konulmasına yol açması mümkündür (Razî).

 Sahih olan bu iki oğlun, Âdem'in sulbünden çocukları olduğudur. (هذا قول الجمهور من المفسرين وقاله ابن عباس وابن عمر وغيرهما، وهما قابيل وهابيل) Müfessirlerden bü­yük çoğunluğun görüşü bu olduğu gibi, îbn Abbas, İbn Ömer ve başkaları da bunu ifade etmiştir. Bu iki kişi, Kabil ve Habil idi (Kurtubi).

 Yani, Tekvîn iv, 1-16'da zikredilen Kâbil ve Hâbil kıssasını. “Onlara anlat” ifadesindeki zamir, Kitâb-ı Mukaddes'in izleyicilerine râcidir ve anlamı yukarıda 28. notta açıklanan bu surenin 15. ayeti ile açıkça bağlantılıdır: “şimdi size, [kendinizden] gizlediğiniz Kitab'ın bir çoğunu açıklamak... için Elçimiz geldi.” Bu Kitâb-ı Mukaddes kıssasının ahlakî yönü -Kitâb-ı Mukaddes izleyicilerinin “kendi kendilerinden gizledikleri” bir ahlakîlik- 32. ayette özetlenmiştir (Esed).

“qurbân” kelimesine gelince;

“KuRBân”, örfümüzde Allah'a yaklaşmak için kesilen kurbanlığa denirse, de asıl mânâsı Allah'a yaklaşmak için sunulan herhangi bir şey demektir ki, gerek kurbanlık ve gerek diğer sadakalardan daha geneldir (Elmalılı).

   Kelimenin semitlerde kullanımı hemen hemen aynıdır;

     Akadca:  𒆪𒉡 :  qarābum, qerēbum , “ yakın olmak; yaklaşmak ”

    Fenik: 𐤒𐤓𐤁 QRB 

   Ugarit:  𐎖𐎗𐎁 (qrb, “ yaklaşmak; yakın olmak ” )

    Sebe: 𐩤𐩧𐩨 (qrb), yakın, yaklaşmak

   Habeş: ቀረበ ḳärräbä

    Aramca: קורבנא 𐡒𐡓𐡁 ( QRB )

    İbranca; (קרבו) KoRBaN, çoğul (קרבנוֹת) KoRBaNot:

   Suryanca: ܩܪܶܒ 

Yakınlaşmak, yakınlık anlamındadır

إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا” “ikisi bir yakınlık yaklaştırdıklarında”, “قُرْبَانًا” isimdir. “bir yakınlık” anlamında

 فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ” (5:27).

Bu yakınlık’ın kabul ve reddi söz konusudur.

Yani “bir sunu”nun kabul ve reddi söz konusudur.

فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ وَذَلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ” (46:28).

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى” (39:3).

Ayetlerden anladığımız “qurbân” yakınlık sağlayıcı, yaklaştırıcı bir şeydir. Bağlamda bunun ne olduğu söylenmemektedir. Bu şey ne olursa olsun “إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ” denerek kabul şartının “الْمُتَّقِينَ” olmaya bağlanmıştır.

Bu İncîl’deki şu pasaja uygundur;

Habil'in Tanrı'ya Kayin'den daha iyi bir kurban sunması iman sayesinde oldu. İmanı sayesinde doğru biri olarak Tanrı'nın beğenisini kazandı. Çünkü Tanrı onun sunduğu adakları kabul etti…(İncîl, İbranilere Mektub: 11:4).

Tevrât’ta ise;

“Kayin, bir miktar toprak meyvesini Tanrı’ya sunu olarak getirdi (3). Ve Evel -o da davarının ilkdoğanlarından, [bunların] şişman olanlarından [bazılarını] getirdi. Tanrı Evel’e ve sunusuna önem verdi (4). Ancak kayin’e ve sunusuna, önem vermedi. Kayin çok kızgın ve üzgündü. (5).” (Tevrât, Yaradılış: 3-5).

Habîl, Qabîl’e göre sunuda “الْمُتَّقِينَ” davranmıştır, yani “Duyarlı”.

Cibt ve Tâgût Kelimelerinin Habeşçe izleği

                                                          Cibt ve Tâgût Kelimelerinin Habeşçe izleği   “ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ ا...