مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلَكِنْ كَانَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (3:67).
Şabat, İbrâhîm’den sonra Mûsâ ile
başlayan yasakların olduğu bir gündür, İbrâhîm ne Yehûdî ve nede Hristiyandır.
Tevrât’ta uygulama olarak çıkış
sonrası emredilmiştir, bu uygulamaya İlk defa Çıkış Kitâbında işaret edilir
(16:23);
“Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa” (Tevrât, Çıkış:
20:8).
“O gün Şabat'tır,
sizin için dinlenme günüdür. İsteklerinizi denetleyeceksiniz. Bu sürekli bir
yasadır.” (Tevrât, Levililer: 16:31).
“Ama yedinci yıl toprak dinlenecek. O yıl Şabat Yılı olacak, RAB'be adanacak. Tarlanı ekmemeli,
bağını budamamalısın.” (Tevrât,
Levililer: 25:4).
Tevrât, Şabat’ın İsrail Oğullarının arasında
delinen bir yasak olduğuna, onların tekrar tekrar Şabat yasaklarına uymaları
konusunda uyarıldığını anlatır;
“Halka
de ki, 'Ey Yahuda kralları, Yahuda halkı, Yeruşalim'de oturup bu kapılardan
girenler, RAB'bin sözünü dinleyin!” (20). RAB diyor ki, Şabat Günü (ביום
השׁבת) yük taşımamaya,
Yeruşalim kapılarından içeri bir şey sokmamaya dikkat edin (21). Şabat Günü evinizden yük çıkarmayın,
hiç iş yapmayın. Atalarınıza buyurduğum gibi Şabat Günü
(ביום השׁבת) 'nü kutsal sayacaksınız (22). Ne var ki, onlar
sözümü dinlemediler, kulak asmadılar. Dikbaşlılık ederek beni dinlemediler,
yola gelmek istemediler (23).” (Tevrât, Yeremya: 17:20-23).
“Kâhinleri yasamı hiçe saydılar, kutsal
eşyalarımı kirlettiler, kutsalla bayağı arasındaki ayrımı yapmadılar, kirliyle
temiz arasındaki farkı öğretmediler, Şabat günlerimden
gözlerini çevirdiler. Kutsallığımı önemsemediler.” (Tevrât, Hezekiel:
22:26).
“Diyorsunuz ki, "Yeni Ay Töreni geçse de
tahılımızı satsak, Şabat geçse de buğdayımızı satışa çıkarsak. Ölçeği küçültüp fiyatı yükseltsek, Hileli tartı kullanıp (5) Yoksulları gümüş, Mazlumları bir çift çarık karşılığında satın alsak. Buğday yerine süprüntüsünü satsak." ”
(Tevrât, Amos: 8:5,6).
Şabat, İsa döneminde Yehûdîlerle sorunlaşır. İncîl’de
Şabat yasaklarının içeriğine eleştiri vardır;
“İnsan koyundan çok daha değerlidir! Demek ki,
Şabat Günü iyilik yapmak Yasa'ya uygundur.”
(İncîl, Matta’ya Göre: 12:12).
“Sonra onlara, "İnsan
Şabat için değil, Şabat insan için yaratıldı" dedi.” (İncîl,
Markos’a Göre: 2:27).
“O sıralarda, bir
Şabat’ta (ܒ݁ܫܰܒ݁ܬ݂ܳܐ/ σαββασιν/the sabbath day) İsa ekinler arasından
geçiyordu. Öğrencileri acıkınca başakları koparıp yemeye başladılar (1). Bunu
gören Ferisiler İsa'ya, "Bak, öğrencilerin Şabatta yasak olanı yapıyor"
dediler (2). İsa onlara, "Davut'la yanındakiler
acıkınca Davut'un ne yaptığını okumadınız mı?" diye sordu (3). "Tanrı'nın
evine girdi, kendisinin ve yanındakilerin yemesi yasak olan, ancak kâhinlerin
yiyebileceği adak ekmeklerini yedi (4). Ayrıca kâhinlerin
her hafta tapınakta Şabatla ilgili buyruğu çiğnedikleri halde suçlu
sayılmadıklarını Kutsal Yasa'da okumadınız mı? (5). ” (İncîl,
Matta’ya Göre: 12:1-5, Markos’a Göre: 2:23-28).
“Bir Şabat’ta (ܒ݁ܝܰܘܡܳܐ ܕ݁ܫܰܒ݁ܬ݂ܳܐ/)
İsa Ferisiler'in ileri gelenlerinden birinin evine yemek yemeye gitti. Herkes
O'nu dikkatle gözlüyordu (1). Önünde, vücudu su toplamış bir adam vardı (2). İsa,
Kutsal Yasa uzmanlarına ve Ferisiler'e, "Şabat’ta bir hastayı iyileştirmek Kutsal Yasa'ya
uygun mudur, değil midir?" diye sordu (3). Onlar ses çıkarmadılar.
İsa adamı tutup iyileştirdi, sonra eve gönderdi (4). İsa onlara şöyle dedi: "Hanginiz oğlu ya da öküzü Şabat günü (ܒ݁ܝܰܘܡܳܐ
ܕ݁ܫܰܒ݁ܬ݂ܳܐ/فِي يَوْمِ السَّبْتِ) kuyuya düşer de hemen çıkarmaz?" (5). Onlar buna hiçbir karşılık veremediler
(6). ” (İncîl, Luka’ya Göre: 14:1-6).
“İsa'nın
hastayı Şabat’ta iyileştirmesine kızan havra
yöneticisi kalabalığa seslenerek, "Çalışmak için altı gün
vardır" dedi. "O günler gelip iyileşin, Şabat
Günü değil.” (İncîl, Luka’ya Göre: 13:14).
“Bu yüzden Yahudi
yetkililer iyileşen adama, "Bugün Şabat
Günü" dediler, "Şilteni toplaman yasaktır.” (İncîl, Yuhanna’ya
Göre: 5:10).
“Şabat’ta böyle şeyler
yaptığı için İsa'ya zulmetmeye başladılar.” (İncîl, Yuhanna’ya Göre: 5:16).
“İşte bu nedenle Yahudi
yetkililer O'nu öldürmek için daha çok gayret ettiler. Çünkü yalnız Şabat Günü düzenini bozmakla kalmamış, Tanrı'nın
kendi Babası olduğunu söyleyerek kendisini Tanrı'ya eşit kılmıştı. ”
(İncîl, Yuhanna’ya Göre: 5:18).
“Bunun üzerine Ferisiler'in
bazıları, "Bu adam Tanrı'dan değildir" dediler. "Çünkü Şabat Günü'nü tutmuyor." Ama başkaları,
"Günahkâr bir adam nasıl bu tür belirtiler gerçekleştirebilir?"
dediler. Böylece aralarında ayrılık doğdu” (İncîl, Yuhanna’ya Göre: 9:16).
Pavlus’ta Şabat konusunda şunu söyler;
“Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, yeni
ay ya da Şabat (σαββατων/ܘܰܕ݂ܫܰܒ݁ܶܐ) konusunda sizi yargılamasın. ” (İncîl, Koloseliler:
2:16).
Kur’an’da ise;
“ثُمَّ
أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ
حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (123) إِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ وَإِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ
(124)” (16:123,124).
İbrâhîm’in takipçileri olduğunu söyleyenlere,
İbrâhîm’de Şabat yoktu denmektedir;
“قَوْلُهُ تَعَالَى: إِنَّما جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذِينَ
اخْتَلَفُوا فِيهِ أَيْ لَمْ يَكُنْ فِي شَرْعِ إِبْرَاهِيمَ وَلَا فِي دِينِهِ”
(Qurtubî).
“Sebt,
sırf onda ihtilâf edenler üzerine kılındı - ya'ni Cumartesi İbrahimin dininden
değil, onda ihtilâf eden Beni İsraîl üzerine tahrim kılındı ta'tıl yapıldı…
Lâkin bizce âyetten zâhir olan sebit hakkındaki bu ıhtilâfın Yehûd ve Nesarâ
arasındaki ıhtilâfa işaret olmasıdır. Zira nesarâ sebtin mensuh olduğuna kail
olarak Pazarı tutarlar ve bu surette ma'nâ şu olur: Cumartesi İbrahimin
dininden değil idi Beni İsraîlde yapılmıştı. Onların ise Yehûd ve Nesarâsı
ıhtilâf etmektedirler (Elmalılı).”
“Sebt
(cumartesi günü) ile ilgili kısıtlamaların sadece Yahudilerle ilgili olduğu Hz.
İbrahim'in (a.s) dini ile hiç bir ilgisi olmadığını söylemeye gerek yoktu,
çünkü onlar da bunu biliyorlardı. Bu kısıtlamalar, Yahudiler sürekli kanunlara
ve emirlere karşı geldiği için konmuştur.” (Mevdûdî).
Sürülen/Kovulan/tard edilen/ toplum
dışına itilen Maymunlar
Kabile/klan kurallarına uymayan kişilere,
kabile/klandan kovulma/sürülme cezası verilebilmekteydi.
Kabile/klandan tard edilen kişiler, genellikle
kendi kabilesine olan bağlılığını sona erdirmekte, manevi ilişkisini de
kesmekteydi. Kabile/klan dışına itilmekteydi.
Maymunlar (قِرَدَةً);
Suryanca: ܩܘܦܐ (qopa) çoğul “ܩܘܦܐ”
İbranca: קוֹף (kof) çoğul “קופים”dır.
Tevrât ve İncîl’de Sebt’i deldikleri için Maymun’a benzetilenler konu edinilmez. Tevrât’ta
Buyrukları çiğneyenlere çok ciddi şeyler söylenir;
“Ama Tanrınız RAB'bin sözünü dinlemez, bugün
size ilettiğim buyrukların, kuralların hepsine uymazsanız, şu lanetler üzerinize gelecek ve size ulaşacak: (15). “Kentte de tarlada da lanetli olacaksınız (16). "Sepetiniz ve hamur tekneniz lanetli olacak (17).
"Rahminizin meyvesi, toprağınızın ürünü,
sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin kuzuları lanetli olacak (18). "İçeri girdiğinizde lanetli olacaksınız; dışarı
çıktığınızda da lanetli olacaksınız (19). “RAB'be sırt çevirmekle
yaptığınız kötülükler yüzünden el attığınız her işte O
sizi lanete uğratacak, şaşkına çevirecek, paylayacak. Sonunda üzerinize
yıkım gelecek ve çabucak yok olacaksınız (20)…
Bütün bu lanetler başınıza yağacak.
Yok oluncaya dek sizi kovalayacak ve size erişecek. Çünkü Tanrınız RAB'bin
sözünü dinlemediniz, size verdiği buyrukları, kuralları yerine getirmediniz
(45). Bu lanetler siz ve soyunuz için sonsuza dek bir belirti, şaşılası bir
olay olarak kalacak (46).
Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de
dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RAB size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek (65).
Sürekli can kaygısı içinde yaşayacaksınız. Gece gündüz dehşet içinde
olacaksınız. Yaşamınızın güvenliği olmayacak (66). Yüreğinizi kaplayan dehşet ve gözlerinizin
gördüğü olaylar yüzünden, sabah, 'Keşke akşam olsa!, akşam, 'Keşke sabah olsa!
Diyeceksiniz (67).” (Tevrât, Yasanın Tekrarı: 28:15-68
ve devamı 29. Bölüm, yine bknz. Hezekiel: Bölüm 22).
Kur’an’da
“وَلَقَدْ
عَلِمْتُمُ الَّذٖينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِى السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا
قِرَدَةً خَاسِپٖينَ”
(2:65).
“فَلَمَّا
عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً
خَاسِئٖينَ”
(7:166).
“قُلْ
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِ مَنْ لَعَنَهُ
اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ
وَالْخَنَازٖيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ
اُولٰئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَاءِ السَّبٖيلِ”
(5:60).
“اللعنة” kelimeside “kovmak, uzaklaştırmak”anlamındadır.
“مَلْعُون”
Mel‘ûn ve “لِعَان” laîn kelimeleri “kovulmuş” mânasına gelir. Araplarda Ailenin veya kabilenin dışına atılmış kişiye
laîn denilirdi.
“خَسَاَ-يَخْسَا-خُسُوءًا” Fiilininde kovulmak, red edilmek, toplum
dışına itilen anlamı vardır.
Tevrât’ta Şabat’tı delenler için
betimlenenlere yakın bir ifadedir. Bu bağlamda “Maymunlar”, aç gözlü “Düzenbazlar”ı
simgeler.
(Şehvet ve Açgözlülüğün simgesi zincirli maymun Albrecht Dürer, 1471-1528)
Maymunluğa dönüşümün olduğunu söyleyenler
vardır, bunlar çoğunluktadır.
Mücahid’den nakledilen bir rivayete göre
onların kalpleri Maymunlaşmıştır.
“حدثني محمد بن عمرو قال، حدثنا أبو عاصم قال، حدثنا عيسى، عن ابن أبي
نجيح، عن مجاهد في قوله: (الذين اعتدوا منكم في
السبت فقلنا لهم كونوا قردة خاسئين) . قال: لم يمسخوا،
إنما هو مثل ضربه الله لهم، مثل ما ضرب مثل الحمار يحمل
أسفارا”
(Taberî)
“بن أبي نجيح،
عن مجاهد: (ولقد علمتم الذين اعتدوا منكم في السبت فقلنا لهم كونوا قردة خاسئين) .
قال: مسخت قلوبهم، ولم
يمسخوا قردة، وإنما هو مثل ضربه الله لهم، كمثل الحمار يحمل أسفارا.” (Taberî).
“قولان: أحدهما: مُسِخُوا قردةً , فصاروا لأجل
اعتدائهم في السبت في صورة القردة المخلوقين من قبل , في الأيام الستة. قال ابن
عباس: لم يعش مسخ قط فوق ثلاثة أيام , ولم يأكل ولم يشرب. والثاني: وهو قول مجاهد: أنهم لم يمسخوا قردة , وإنما هو مَثلَ
ضربه الله لهم , كما قال تعالى: {كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارَاً}
[الجمعة: 5]” (Mâverdî).
“قَالَ ابْنُ أَبِي حَاتِمٍ: حَدَّثَنَا أَبِي، حَدَّثَنَا أَبُو
حُذَيْفَةَ، حَدَّثَنَا شِبْلٌ، عَنِ ابْنِ أَبِي نجيح، عن مجاهد: {فَقُلْنَا
لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِئِينَ} قَالَ: مُسِخَتْ
قُلُوبُهُمْ، وَلَمْ يُمْسَخُوا قِرَدَةً، وَإِنَّمَا هُوَ مَثَلٌ ضَرَبَهُ
اللَّهُ {كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا} [الْجُمُعَةِ: 5]” (İbn Kesir).
Râzî, Mucâhid’in görüşüne katılmasa da bu şekilde
bir kullanım olabileceğini söyler;
“الْمَسْأَلَةُ الثَّالِثَةُ: الْمَرْوِيُّ عَنْ مُجَاهِدٍ أَنَّهُ
سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى مَسَخَ قُلُوبَهُمْ بِمَعْنَى الطَّبْعِ وَالْخَتْمِ لَا
أَنَّهُ مَسَخَ صُوَرَهُمْ وَهُوَ مِثْلُ قَوْلِهِ تَعَالَى: كَمَثَلِ الْحِمارِ
يَحْمِلُ أَسْفاراً [الْجُمُعَةِ: 5] وَنَظِيرُهُ أَنْ
يَقُولَ الْأُسْتَاذُ للمتعلم البليد الذي لا ينجح في تَعْلِيمُهُ: كُنْ حِمَارًا”
(Râzî).
“لِأَنَّ الْإِنْسَانَ إِذَا أَصَرَّ عَلَى جَهَالَتِهِ بَعْدَ ظُهُورِ
الْآيَاتِ وَجَلَاءِ الْبَيِّنَاتِ فَقَدْ يُقَالُ فِي الْعُرْفِ الظَّاهِرِ
إِنَّهُ حِمَارٌ وَقِرْدٌ، وَإِذَا كَانَ هَذَا الْمَجَازُ مِنَ الْمَجَازَاتِ
الظَّاهِرَةِ الْمَشْهُورَةِ لَمْ يَكُنْ فِي الْمَصِيرِ إِلَيْهِ مَحْذُورٌ
الْبَتَّةَ”
(Râzî).