“وَبَرًّا
بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّارًا عَصِيًّا” (19:14).
Meryem Sûresindeki bu ayetten anladığımız
kadarıyla Yahyâ kendisine nebîlik verildiğinde anne ve babası hayatta değildir.
Apokrif Yaqûb İncîlinin anlatımıda bu yöndedir.
Kur’an’da üçüncü sûrede yer alan “qalemleri atma” olayında, kuranın Zekeriyyâ’ya çıktı
şeklinde yorum daha sonraki bir olayla ilgilidir. Zaten İncîllerin teyit ettiği
gibi ilk gözetmen Zekeriyyâ’dır. İkinci gözetmen veya kefîl Zekeriyyâ değildir
ve qalem atma olayında sadece danışmandır. Qalem atma olayı Meryem genç bir kız olduğu zamanda gerçekleşmiş
olmalıdır. (Zekariyyâ konusundan ayrılmamak için burada daha fazla söz etmeyeceğiz detay için bknz. Yakub İncîli, 8:1).
“فَتَقَبَّلَهَا
رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا
زَكَرِيَّا كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا
الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ
عِنْدِ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ” (3:37).
"Nasıl?", "Nereden?" değil, "Ne/hangi yön/yoldan?":
Kohenlerin dönüşümlü olarak tapınakta
hizmet ettiklerini söylemiştik. Bu ayette Zekeriyyâ “يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَا” demektedir.
Soru “min eyne?” değil “ENNâ leki hâzâ?” bu rızık sana hangi taraftan,
hangi cihetten, hangi yönden geliyor?
“وَمَعْنَى" أَنَّى" مِنْ أَيْنَ، قَالَهُ أبو عبيدة. قال النحاس: وهذا يهِ تَسَاهُلٌ،
لِأَنَّ" أَيْنَ" سُؤَالٌ عَنِ الْمَوَاضِعِ وَ"
أَنَّى" سُؤَالٌ عَنِ الْمَذَاهِبِ وَالْجِهَاتِ. وَالْمَعْنَى مِنْ أَيِّ الْمَذَاهِبِ وَمِنْ أَيِّ الْجِهَاتِ
لَكِ هَذَا. وَقَدْ فَرَّقَ الْكُمَيْتُ بَيْنَهُمَا فَقَالَ: أَنَّى
وَمِنْ أَيْنَ آبَكَ الطَّرَبُ ... مِنْ حَيْثُ لَا صَبْوَةُ وَلَا رِيَبُ ” Ebu
Ubeyde'ye göre “Nereden” demektir. en-Nehhâs ise der ki: Ancak böyle bir
açıklama kolaya kaçıştır. Çünkü “Nere” kelimesi yerler hakkında soru için
kullanılır. " أَنَّى" kelimesi ise yer ve yol hakkında soru edatı
olmak üzere kullanılır. Burada ise, bu meyve sana hangi taraftan, hangi
cihetten geliyor? demektir. el-Kumeyt bu iki edatı farklı anlamda kullanarak
şöyle demiştir:
“Nereden ve hangi taraftan sevinç sana gelip döndü?
Şevk ve arzunun da olmadığı, şüphenin de
bulunmadığı bir yerden (mi)?” (Kurtubî).
Diğer yorumlarda da bunun altı çizilmiştir;
“"قال" زكريا:"يا مريم: أنَّى لك هذا"؟ من أي وجه لك هذا الذي أرَى عندك من الرزقَ؟” (Cüz 6, S.358,جامع البيان في تأويل القرآن,الطبري).
“{قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى
لَكِ هَذَا} قَالَ أَبُو عُبَيْدَةَ: مَعْنَاهُ مِنْ أَيْنَ لَكِ هَذَا؟
وَأَنْكَرَ بَعْضُهُمْ عَلَيْهِ، وَقَالَ: مَعْنَاهُ مِنْ
أَيِّ جِهَةٍ لَكِ هَذَا؟” (Cüz 2, s. 32, معالم التنزيل في تفسير القرآن, البغوي).
Zekeriyyâ tarafından sorulan bu soru tekrar belirtelim Meryem’in bir genç kız olduğu dönemde olmalı.
Bu ne/hangi yön/yoldan sana geliyor?
Zühd ve ibâdet ile meşgul olan hanımlara
infâkta bulunmaya can atan bazı kişiler eliyle Meryem rızıklanıyordu.
Zekeriyyâ bu yiyeceklerden herhangi bir şey görünce, yiyeceklerin uygun olmayan
bir şekilde gelmiş olmasından korktu. İşte bundan dolayı durumun aslını ona
sordu.
Yani meşru bir biçimde mi? Yoksa gayri
meşru bir şekilde mi?
Meryem’in cevabı “مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ”
Allah nezdinden, yani meşrû bir şekilde.
Akışta, bu konuşmadan sonra Zekeriyyâ’nın
bir çocuk için dua ettiği görülür.
Dua Kur’an’da yer alır, Zekeriyyâ’nın ne
şekilde dua ettiği İncîl’de açık değildir;
“Melek,
"Korkma, Zekeriya" dedi, "Duan kabul
edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın.”
(Luka’ya göre İncîl: 1:13).
Kur’an’daki
Zekeriyyâ’nın duası şöyledir;
“هُنَالِكَ
دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ
لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ”
(3:38).
“وَزَكَرِيَّا
إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ
خَيْرُ الْوَارِثِينَ” (21:89).
Zekeriyyâ dua ile birlikte bir açıklamada yapar;
“قَالَ رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ” (3:40).
İncîl'de Luka bunu farklı şekilde anlatır;
“وَلَمْ يَكُنْ لَهُمَا وَلَدٌ إِذْ كَانَتْ
أَلِيصَابَاتُ عَاقِراً. وَكَانَا
كِلاَهُمَا مُتَقَدِّمَيْنِ فِي أَيَّامِهِمَا”
“Elizabet
kısır (στειρα)
olduğu için çocukları olmuyordu. İkisinin de yaşı ilerlemişti.”
(Luka’ya göre İncîl: 1:7).
“قَالَ
رَبِّ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللَّهُ يَفْعَلُ
مَا يَشَاءُ” (3:40).
Kısır anlamında çevirdiğimiz kelime “στεῖρα (steîra)”, “στείρος (steîros)” Kısır,
verimsiz, steril olarak Türkçeye çevrilebilir. Zıddı γόνιμος (gónimos) “bereketli, doğurgan” anlamındadır. “καρποφόρος”.
Ürün
vermeyen toprak, bebeği olmayan kadın, yavrusu olmayan hayvan için kullanılan
bir kelimedir.
Kur’an'da bu kelime ‘Allah’ın arzı’nda otlayan, ‘Allah’ın dişi deve’sinin konu edinildiği bağlamlarda yer alır;
Tekrar altını çizelim, deve
erkek değildir, dişi bir devedir,
“فَعَقَرُوا النَّاقَةَ” (7:77) Bak. 11:65,26:157
“فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطٰى فَعَقَرَ”
(54:29).
“فَكَذَّبُوهُ
فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰیهَا”
(91:14).
Oysa
bu kelimenin yerine “عَقِيمٍ”
kelimesi kullanılabilirdi. Bu kelimede “kısır” anlamında anlaşılmıştır. Oysa
dişi bir deve nasıl kısırlaştırılabilir ki?
“فَسَوّٰیهَا” Dişi deve tam bir kısır değildir ayetin
sonunda onun tekrar düzenlendiğinden bahseder.
Luka
bize Elizabet’in “kısır” değil, “kısır bilindiğinin" ipucunu verir;
“Bak,
senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır.” (1:36).
“الْمَدْعُوَّةِ
عَاقِراً ” Kısır çağrılan kadın şeklinde
çevrilebilir.
“عَاقِرٌ”
kelimesi ism-i fâil bir kelimedir. Kullanıldığı bağlamlar Zekeriyyâ ile ilgili
bağlamlardır (19:5,8, 3:40).
“فَاسْتَجَبْنَا
لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ (21:90)”
Çocuk olayında Elizabet,
Zekeriyyâ’dan başka bir tutum içindedir;
“İşte,
belirlenen zamanda yerine gelecek olan sözlerime
inanmadığın için dilin tutulacak, bunların gerçekleşeceği güne dek
konuşamayacaksın.” (1:20).
“Bir
süre sonra karısı Elizabet gebe kaldı ve beş ay evine kapandı (24). "Bunu benim için yapan Rab'dir" dedi. "Bu
günlerde benimle ilgilenerek insanlar arasında utancımı giderdi (25).”
(1:24,25).
“Elizabet
Meryem'in selamını duyunca rahmindeki çocuk hopladı. Kutsal
Ruh'la dolan Elizabet yüksek sesle şöyle dedi: "Kadınlar arasında
kutsanmış bulunuyorsun, rahminin ürünü de kutsanmıştır! ” (1:41).
“İman
eden kadına ne mutlu! Çünkü Rab'bin ona söylediği
sözler gerçekleşecektir.” (1:45).
“Elizabet'in
doğurma vakti geldi ve bir oğul doğurdu (57). Komşularıyla akrabaları,
Rab'bin ona ne büyük merhamet gösterdiğini duyunca, onun sevincine katıldılar
(58). Sekizinci gün çocuğun sünnetine geldiler. Ona
babası Zekeriya'nın adını vereceklerdi (59). Ama
annesi, "Hayır, adı Yahya olacak" dedi (60). Ona, "Akrabaların arasında bu adı taşıyan kimse yok
ki" dediler (61). Bunun üzerine babasına işaretle çocuğun adını ne
koymak istediğini sordular (62). Zekeriya bir yazı levhası istedi ve, "Adı
Yahya'dır" diye yazdı. Herkes şaşakaldı (63).” (1:57-63).
“فَقَالَتْ
أُمُّهُ: «لاَ بَلْ يُسَمَّى يُوحَنَّا».”
(1:60).
Arabça: يُوخَنَان
Yunanca: Ἰωάννης (Iōánnēs)
Latin: Iōhannēs
İbranca: יוֹחָנָן (Yōḥānān)
Suryanca: ܝܘܚܢܢ (yōḥannān)
Habeş “ዮሐንስ (yoḥäns)
Kelime
İncîl’de Kuran’daki kullanımdan farklıdır; Yuhannâ "tanrı bağışlayan" Yahyâ (يَحْيَى) "Yaşar/yaşayacak" anlamındadır. Acaba Zekeriyyâ ve Elizabet’in çocukları olup, yaşamıyor oluşundan dolayı bu adı tercih etmiş olabilirler mi?
Karşılaştıralım;
“اسْمُهُ يَحْيَى” (Kur’an; 19:7).
“يُسَمَّى يُوحَنَّا” (İncîl, Luka: 1:60).